1 Aralık 2016 Perşembe

BODRUN; Bir yoldan çıkma hikayesi

Yaz boyunca Antalya’nın kavurucu sıcağında uzun koşular yapamadım. Artık sıcaklar bitmiş olmasına rağmen içimden uzun koşulara çıkmak hala gelmiyor. Her gün en az 1 saatimi spora ayırıyorum. Zamanla ilgili bir bahanem olduğunu da söyleyemeyeceğim. Çocuk gibi sadece istemiyorum demeyi de kendim için yeterli bulmuyorum. Tamamen fiziksel yaşayan bir insanım. Yani dokunarak anlayabiliyor, yaşayarak öğrenebiliyorum her şey olabildiğince somut olmalı benim için. Kafada kurgulama ve soyut düşünebilme yönünden zayıfım. Bir işe başlarım ve sorunlar ile karşılaştıkça  üstesinden gelmeye çalışırım.  İşte bu sebepten uzun koşuları neden yapamadığımı anlamam için önce uzun bir koşuya çıkmam lazımdı. Bunu Bodrum’da gerçekleştirmeye karar verdim. Patika koşuları bu anlamda biçilmiş kaftan çünkü hızdan ziyade dayanıklılık daha ön plandadır. Yaptığım çoklu sporların bu anlamda beni ne kadar geliştirdiğini görmek de iyi olacaktı.



Bodrum’a yarıştan önceki akşam geldik. Sezon dışında ilk kez geldiğim Bodrum küçük bir tatil kasabası kimliğine geri dönmüştü. Kötü bir turizm sezonu sonrası o kadar yarışmacıyı Bodrum’a taşıdığı için BODRUN’nın önemi yadsınamaz. Unlimited Academy’e bu tip organizasyonların düzenlenmesi konusunda öncülük ettiği için ekmeğini turizmden kazanan bir ailenin ferdi olarak teşekkür etme ihtiyacı duyuyorum.
 Yarış sabahı Antalya Runners da ki diğer arkadaşlarım ile birlikte ilk işimiz kitlerimizi almak için başlangıç noktasına gitmek oldu. Belirtilen noktada sorunsuz şekilde yarış numaralarımızı ve tişörtlerimizi aldık. Hiç kimse sağlık raporu veya lisansımı sormadı.Daha sonra bazı arkadaşlarıma sorulduğunu bazılarına sorulmadığını öğrendim. Halbuki çoğumuz son güne bıraktığımız için nasıl streslenmiştik. Sonra otelimize geri dönüp yarış öncesi son hazırlıklarımızı yapmak için odalarımıza çekildik. Otel odalarından hazır bahsetmişken yazlık beldelerde yorgan battaniye her otelde bulunmayabilir. Yarış sabahı kurumuş bir boğaz konusunda klimanın insafına kalmak istemiyorsanız kalacağınız otelden rezervasyon öncesi bilgi almanızı öneririm.

Yarışma  başlangıç noktası biz geri döndüğümüzde hareketlenmeye başlamıştı. Çok fazla tecrübem olmamasına rağmen patika yarışlarında son dakikalarını çoğu sporcuların çantaları ile haşır neşir olarak geçirdiğini görüyorum. Ben de bunun bir parçası olarak varlığından son derece mutsuz olduğum sırt çantamın içindeki enerji verici gıdalar, kıyafet gibi fazlalıkları organizasyon masasına bitiş noktasında geri almak üzere teslim ettim.  23K gibi patika yarışı ortamında kısa sayılacak bir mesafe koşulacak olsa da organizasyon tarafından diskalifiye, zaman cezası ile göz korkutuluyordu. Çok terleyen ve az yükle koşmayı tercih eden biri olarak zorunlu malzemelerin hepsi ve 1lt su ile koşmak beni rahatsız ediyordu.
Bu organizasyonun en canımı sıkan kısmı çok tecrübeli bir organizasyon ekibi olmasına rağmen gerekli çanta kontrollerinin tüm yarış boyunca yapılmamış olmasıdır. Kuralı koyanın takipçisi de olması taraftarıyım. Yarışma esnasında iddialı olan birçok koşucuyu çantasız yanımdan koşup geçerken gördüm. Tecrübesi az veya hiç olmayan çoğu koşucu da benim gibi ful teçhizat başlangıç noktasındaydı. Tam tersi olması gerekmez miydi? Nasıl olsa “Türke bir şey olmaz” diyerek bu konuyu kapatmak istiyorum.
Yarış başlangıç noktasından arka sıralarda çıkmayı tercih ettim. Kısa olan başlangıç düzlüğünde hızlı koşacağımı bildiğimden tırmanışlara nefes nefese girmek istemiyordum. Start kalabalığının içinde kendimce bir tempo tutturup ilerlemeye başladım. Çabuk kesilmemem için önceden de beni hep uyaran Antalya Runners dan arkadaşım Ibrahim Baykal’ın arkamdan Zeynocan yavaş seslenişleri ile ilk diken-rampa-taş üçlemesi ile karşılaştım. Yazının devamında kısaca “üçleme” yazdığımda, rampa yukarı çıkarken veya inerken dikenli bitkilerin arasından geçip ciyak ciyak bağıran, yerdeki taşlık zemine ayağı takılan, bileği burkulan Zeynocanı hayal etmenizi istiyorum. Zaten yarış tanıtım videolarından ve Bodrum tabiatından bizi neyin beklediğini biliyorduk, surpriz ve beklenmedik bir durum olarak bunu karşılayanlar yarış öncesi gerekli araştırmayı yapmamış demektir. Bu yarışa önümüzdeki yıllarda katılacak olanlara tavsiyem dikenler ve taşlık yollar yüzünden şort ve kısa kollu tişört yerine uzun kollu tişört veya kolluk kullanıp, yırtılma ihtimalini göze alabileceğiniz uzun tayt,çorap ve ayakkabı ile yarışa katılması şeklinde olacak.
Hiçbir sorun yaşamadan son derece yeterli işaretlemeler ile yarışın ilk yarısını İbrahim ve Serhat ile bitirdik. Çok geniş ve taşlık geniş bir yolda takılırız korkusuyla gözümüzü yerden kaldıramıyorduk. İlerlediğimiz yol küçük bir patika değildi, bir arabanın geçebileceği genişlikte, kıvrılarak tüm tepe boyunca en az birkaç kilometre devam ediyordu. Kemal Hocam ve arkadaşları bizi yakalayıp geçtiler biz de onların liderliğinde yolumuza devam ederken önümüze daha dar bir yoldan çıkan sporcular çıktı. İşte o an rotadan çıktığımızı fark edip gerisin geri koşmaya başladık. Kemal Hocaya bir kez seslendim ama sesimi duyuramadım.  Geri dönüp hızımı arttırdım, yaklaşık 400 mt geride birçok sporcunun daha önce gözümden kaçan levhadan içeri dar patikaya döndüğünü fark ettim. Benim için yarışın dönüm noktası bu an  oldu. Beni geçenleri yakalamak için rampa çıkışta gereksiz yaptığım hızlanma yüzünden şimdiye kadar yaşadığım en sancılı dalak şişmesini yaşadım. Koca bir taş yutmuşum hissi veren bu acı en az 1 km yol koşmak için müsait olsa bile yürümeme neden oldu. Üçlemeden hızlı geçtiğim için bacağımdan derin bir çizik aldım. Tadım kaçtı, yarışın geri kalanında daha temkinli devam ettim. 
Yeni yarış partnerim Özgür oldu. Antalya’ dan Bodrum’a beraber seyahat ettik ve benim için bu yarışın en güzel taraflarından biri onu tanımak oldu. Yarışın son kilometrelerinde dönüş yoluna geçmiş 50K sporcuları ile karşılaştık. Bizim ekipten sadece Emine 50K koşuyordu. Bizim keşke şu koyun tadını çıkarsaydık dediğimiz yerde yarış sonrası onun denize girmiş fotolarını görmek en azından birimizin doğanın tadını çıkarmış olması sevindirdi. Çünkü çoğu yerde taşlara takılacağım korkusuyla gözümüzü yerden kaldıramıyorduk. Zaten rotadan çıkmam kafamı kaldırıp, kocaman tabelayı görmediğim için olmuştu.
Özgür’ün ilk patika yarışı tecrübesine ortak olmak beni tekrar yarış konusunda motive etti. Yeni başlayan biriyle sohbet etmek, onu koşarken gözlemlemek, neden artık uzun koşamadığımın sebebini bulmama da yardımcı oldu. Sebebi hiçbir program takip etmememdi. Hiçbir zaman da etmedim. İstediğim hızda, istediğim mesafeyi 2 yıldır sadece o günkü motivasyonuma göre koşup duruyorum. Bu yarış misyonunu tamamladığına göre bitirmenin de zamanı gelmişti.

Üçlemeler ile dolu bu yarışı Sapanca ya göre daha zor ve sakatlık riski yüksek ama mevsim olarak daha avantajlı buldum. İşaretlemeler ve su istasyonları gayet yeterliydi. Yarış boyunca sırt çantamda ki sudan çok az içtim, sadece 1 adet hurma ve 2 adet badem tükettim. 23K genel kategoride 8, yaş gruplarında 4. oldum. 

20 Ekim 2016 Perşembe

Maksat spor olsun


37 yıllık hayatımda alıştığım bir rutin var. Ekim ayı geldi mi erken yatılır, erken kalkılır. Havanın aydınlanmış olması veya kararmaya başlamış olmasının günümü bu kadar çok etkilediğinin farkında değildim. Ta ki yaz saati uygulamasında ısrar edilene kadar. Sabah kalkıp koşayım diyorum, zifiri karanlık. Bir kez denedim alacakaranlık kuşağı gibiydi, antrenman bitti hava yeni aydınlanıyordu. Gece koşusu ile güne başlıyor gibi oldum. Ekim ayının sonuna yaklaştığımız bu günlerde şartları zorlamak yerine biyolojik saatime göre hareket etmeye karar verip gün doğumunda yaptığım spordan vazgeçtim. Sabahları spora ayıracağım vaktin kısalması uzun koşulara ara vermeme neden oldu. Kısa yapılan koşulara eşlik eden eşimin desteği ile yüzmeye başladım.

Yaz aylarından bu yana çevremde benimle beraber veya sosyal medyadan takip ettiğim aktif spor yapan herkesin antrenman dediğine benim sadece spor yapıyorum dediğimi fark ettim. Antrenman programı takip etmeyen, belirli bir yarış hedefi olmayan, canı o gün neyi isterse onu yapmanın adı benim sözlüğümde sadece spordur. Yazdan beri o günkü ruh halime göre ya bisiklete biniyorum ya yüzüyorum ya da koşuyorum. Yani çoklu spor yapıyorum. Bu yaptığıma triatlon demeye dilim varmıyor. Ortaya bu şekilde çıkıyor olmak için daha bir fırın ekmek yemem lazım.
Evli, çoluk çocuğa karışmış olanların, iş ve aile hayatını dengede tutarak spor yapmasının çok zor olduğunu bunu başarabilmiş sporcuların azlığından (önlerinde saygıyla eğiliyorum) anlayabilirsiniz. Bu yüzden triatlon  daha çok bana “sadece kendi hayatından” fedakarlık yaparak boş zaman yaratabilen sporcuların işi gibi geliyor. Benim gibi 3 çocuk annesi bir kadının istediği seviyelerde bu sporu yapmak için biraz daha zamana ihtiyacı var. 3 spor yapacağım diye 3 çocuğu ihmal etmenin anlamı yok değil mi? Bu yuzden yeni hedefimi koşunun yanına yüzmemi de geliştirmeye çalışmak şeklinde belirledim. Uzun bisiklet antrenmanlarını haftalık rutinime eklemek şimdilik bir hayal.

Ulaşılması zor veya zaman alacak hedeflere ulaşmak için planlı, programlı ilerleyebilmenin yolu, biraz da bir şeyi çok istemek ve başarma hırsından geçiyor. Bu konuda samimi bir itirafta bulunmak gerekirse, yaşam tarzım ve hayata bakış açım aktif olarak sporun içinde olmamı sağlasa da artık başarma azmine  sahip değilim. O yaparsa ben de yaparım söylemleri veya rakipler gelmediğinde çıkılan kürsüler benim motivasyon kaynağım değil.  Bir yerlerde bıraktığım hırsımı koşu parkurunda aradım, yoktu. Bakalım havuzun kulvarlarında bulabilecek miyim?  

11 Ağustos 2016 Perşembe

SAPANCA, hiç başlamayı düşünmeyenler için bir ultra maraton yazısı

Sandığından daha fazlasını koşabiliyorsun…

Yarışa katılmadan önce bu mesafeleri koşanların deli olduğunu düşünüyordum. Fikrim çok değişmemiş olsa da asla yap(a)mam dediğim bir şeyi yaparak ben de kendimi tescillemiş oldum.
Takipçi sayım az. O yüzden aramızda kalacağını bildiğimden bu yazıyı içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Zeynep bayramlık ağzını açacak diye hemen koltuklarınızı dik, el bagajlarınızı koltuğunuzun altına koymayın. Tecrübesizliğimden kaynaklanan hataları bu organizasyona emek sarfeden iyi niyetli insanlara yükleyecek değilim.
Yarış öncesi hazırlıklarımdan bahsetmek istiyorum. Benden çok daha bilgili, tecrübeli, bu işe ömrünü adamış ultra maratoncuların yanında benim yaptıklarımın lafı bile edilmez, o yüzden lütfen katılmayı düşündüğünüz bir ultra maraton var ise onların sayfalarını da takip edin. Hazırlıklarımın inanılmaz bir enerji, sabır ve titiz bir araştırma içerdiğini iddia etmiyorum. Gerek kondisyon gerekse mental olarak çok da hazır olmadığım bir yarıştı. Yarış öncesinde yaptığım uzun mesafe antrenmanlarında nabız aralığıma dikkat ederek koşmaya çalıştım. Planıma sadık kalıp,  sınırlarımı zorlamadan koşarsam, bitirebileceğim bir yarıştı. Benim gibi kontrol manyağı, öngörülemeyen şartlarda panikleyen biri için bu bir maceraydı. Bu sefer kervan yolda düzülecekti. Ruhumu eğitmek için bir 50K ya ihtiyacım vardı.
Su alımına günler öncesinden dikkat etmeye başladım. Yarış esnasında yolda sıvı kaybı kaynaklı sıkıntı yaşayan birçok sporcu gördüm. Ortalamanın çok üstünde terleyen bir koşucuyum. Buna rağmen susuzluk  problemi yaşamama nedenimi rezervlerimi çok daha önce doldurmuş olmama bağlıyorum. Ama en büyük hatayı da suyla beraber almam gereken mineral tuzlar konusunda yaptım. Yarış çantası hazırlık aşamasında takviye gıdalarımı vücudumun ihtiyaç listesine göre hazırlamadım. Açık büfeden kahvaltı seçer gibi onu yerim bunu yemem şeklinde çantama sadece sevdiğim şeyleri koydum. Tipik bir kadın olarak şeker ağırlıklı besinlere öncelik vermişim -hurma, enerji jeli, enerji barı, meyve suyu- nasıl akıl ettiysem hurmaların içerisine fındık, fıstık bir şeyler sokmuştum. Ama 50K için yeter mi? Yetmedi tabiî ki. Üstelik tatlı yemekten mide bulantım yarış sonuna kadar sürdü. Ben yaptım siz yapmayın, terleyince kaybedeceğiniz mineral tuzları yerine koyabileceğiniz şeyleri mutlaka yanınıza alın. Bunların neler olduğunu bende yeni yeni öğreniyorum. Kendi denemediğim şeyleri buraya yazmak doğru olmayacak ama bir sonraki yarış sonrası sözüm olsun.


Yarış gününe gelelim artık. Sabah erkenden İstanbul’dan yola çıktım ve start alanına ilk gelenlerdendim. Kitlerimizi alıp ortamın tadını çıkarmaya başladık. Antalya’da ki birçok arkadaşım ile yarış öncesi klasiklerimizi gerçekleştirdik, pozlarımızı verdik, yarış ile ilgili taktikler aldık. Her gittiğimiz yarış da enerjimiz ışık saçıyor, eğlenmezsek yarışamayız gibi hissediyorum ve bunu çok seviyorum.
Yarışa grubumuzdaki diğer 50K cılarla beraber başladık. Herkesin aklında tek bir soru vardı, eğim ne zaman başlayacak? Eğer kendime söz vermemiş olsaydım eğime kadar deparımı atardım. Ama hayır bu yarış 10K veya 21K koşmaya benzemezdi, temkinli olmam şarttı. Gaza gelmemek için yanıma müzik bile almamıştım. Ama ne oldu? Sakin sakin koşmak varken, yarışın ilk kilometreleri gerginlikten kurtulmak için kafayı Raidlight bel çantama taktım, çok mu hopluyordu? Suluk kısmını yana aldım, arkaya aldım, öne aldım. Arkadaki grup arkadaşlarımdan biri durumu fark etmiş olacak, kemeri biraz daha sıksana Zeynep dedi. Keşke demeseydi veya ben üstüm başım ile uğraşmak yerine önüme baksaydım. İşte anlatılan eğimler tam karşımda başlıyordu. Daha önce koştuğumdan çok daha sıkı şekilde koşmak beni neredeyse 7K finish noktasında yarışı bıraktıracaktı. Dalağım öyle bir şişti ki, neden böyle olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Bir adım dahi atamayacağımı düşünüyorken daha önce Nashira Maratonunda tanıştığımız GPS ve kayan taşlık yollarda imdadıma yetişen Gökhan -kafasında bir haresi eksik- bu sefer de Sapanca da imdadıma yetişti. Neden çantanı biraz gevşetmiyorsun diye söylemese, benim bunu akıl edeceğim yoktu. Enerji tasarrufunu beyinden yana kullandığım, yarış esnasında verdiğim bazı yanlış kararlar ile de daha sonra ispatlandı. (Anlatacağım daha oralara gelmedik.)
Çantanın bana yaptığı baskı azalınca A planına geri döndüm, nabzımı kontrol ederek koşmaya başladım. Grup arkadaşlarımın benden çok ileride olduğunu bildiğimden yetişmeye çalışmak yerine ilk plana sadık kalmak daha akıllıcaydı. Ayrıca yokuşlar öyle dikti ki elimi belimden, gözümü yerden kaldıramıyordum. Her başımı kaldırdığımda gördüğüm tek şey bitmek bilmez kasaba manzarası ve asfalttı. Rampalara razıydım ama yoldan hala çıkmamış olmak beni çok mutsuz ediyordu. Sonrasında başlayan toprak yol beni daha da endişelendirdi. Beklentim ormandı, daha çok gölgeydi, şu koca koca yapraklar neredeydi? İnanılmaz derecede terlemiştim. İşte o zaman yanıma su ile beraber almam gereken eksik mineral tuzları fark ettim. Karbonatlı suyum bitmek üzereydi ve yanımda başka da yoktu. Kervanı yolda toparlayamadım. 7K sonrası ilk chip kontrol noktası beklentimi karşılamadı. Daha çok yağmalanmış gibi gözüküyordu. Ultra ruhu sıcak dinlememiş anlaşılan deyip, su ihtiyacımı karşıladıktan sonra kutuda kalan birkaç tuzlu kurabiyeyi ve meyveyi yanıma alıp yola devam ettim. Bir yandan meyveleri yiyor, bir yandan terden ve meyveden yapış yapış olan ellerimi şortuma siliyordum. İlk arıyı sanırım o ara gördüm. Sonra biranda çoğaldılar. Ellerim ile uzaklaştırdığım birçoğunu şortuma yönlendirdiğimi iş işten geçince fark ettim. Ter ve meyve şekerinden oluşturduğum kokteyli içlerinden biri tatmak istemiş olacak ki ısırdı.  Daha önce hiç arılar ile haşır neşir olmamıştım. Durdum, iğne aradım, şişmiş ama iğnesiz kaba etime bakıp, alerjik reaksiyonum var mı diye bekledim. Düşer bayılırım korkusundan gruba durumumu mesaj attım. Sonra baktım asayiş berkemal yola - zonklayan yerlerimi tuta tuta - devam etmeye karar verdim. Hafif hafif koşuya tekrar başlamıştım ki az ileride Antalya’da beraber koştuğumuz sonra İstanbul’a taşınan arkadaşlarımdan Celal’i gördüm. Yürüyordu, yanına geldiğimde yarışı bırakmak üzereydi. Elleri çok şişmiş ve yüzü iyi görünmüyordu. Benim mineral tuzlar eksikliği yüzünden yaşayacağımı tahmin ettiğim sıkıntıya o daha önce yakalanmıştı. Yaptığımız kısa konuşma sonrası anladığım kadarıyla, benim tek farkım yarışa rezervlerimin dolu, onun boş başlamış olmasıydı. Ama gerekli takviyeyi önümüzdeki istasyonlarda da alamazsam, durumum farklı olmayacaktı. Bu durumda korkarım yarışı 35K finishinde bırakmam gerekecekti. Diğer koşucuların yanında bulunan tuz tabletlerinden Celal’e verdik, daha iyi olduğunu görünce izin isteyip yanından ayrıldım.
Bu arada peşime bir köpek takıldı. Arıdan sonra ikinci bir sürpriz yaşamak istemiyordum. Köpekleri ne çok severim ne de çok korkarım. Ayrıca onunla koşmaya bu kadar meraklı çevremde birçok koşucu varken neden sadece benimle ilgilendiğine anlam veremedim. Yüz vermezsem gideceğini umarak yoluma devam ettim. Yorgun değildim. Yolda susuzluk ve Güneş’ten rahatsız olan birçok sporcuya göre çok daha iyi durumdaydım. Suyumu paylaşmakta sakınca görmedim. Diğer koşucular ile yardımlaştıkça bendeki enerjinin çoğaldığını hissettim, kendime güvenim geri geldi. Bir sonraki istasyona -önceki istasyonda bize söylenene göre- 3K kadar kalmış olması lazımdı. Ama bu istasyon neredeydi? 3K geçti, sonra 4K, bize söylenen istasyonun olması gereken yerden 5K kadar uzaklaştıktan sonra yerlerde pet şişe öbekleri gördük. Yarısı boş, yarısı dolu pet şişeler. Dramdı. Biz yarım su şişelerini diksek mi kafaya diye niyeti bozmak üzereydik ki geldiğimiz istikametten bir pikap araba geldi: “Su lazım mı?” diye sordu. Organizatörlük, koşucularına tatlı surprizler yapmaktır. Pikabın arkasındaki damacanadan sularımızı doldurduk. Meyve sularımızı aldık, vedalaştık, yolumuza devam ettik. Tuz yoktu. 35K finishine doğru yol alırken atığım her adımda gölgem bile terliyordu. Yanımdaki dört ayaklı yol arkadaşımın dili dışarıda, hızla nefes alıp veriyordu. Devam etmemin bu şartlarda doğru olmadığını düşünüyordum. Soğucak Yaylasına geldiğimde tabiat öyle bir değişime uğradı ki kendi kendime işte koşmak istediğin yerlere geliyorsun kızım dedim. Yemyeşil bir yayla, arkasında orman, bana hoş geldin diyordu. 35K yarışmacılarının finishine varmamıza daha vardı. Ucundan da olsa bu güzelliği tadabileceğime seviniyordum. Ama organizatörler – 35K da yarışanları bizden daha çok sevmişler- finish noktasını birkaç kilometre yakına çekivermişler. Ne demek bitti? Çok sinir oldum, kontrol noktasının öbür tarafını da koşmak istiyordum, oradaki gönüllü “Devam edecek misiniz?” diye sordu. “Ölürüm de bırakmam” dedim. Biraz dinlenip, yarışı bitiren koşuculara durumumu anlattım. Sağolsunlar tuz tabletleri havada uçuşmaya başladı. Önceki kontrol noktalarını sömürdükleri için çok saydırdım affet Allahım. Aslında hepsi çok iyi çocuklar sadece susayınca içlerindeki fil uyanıyor.

Tekrar yola koyuldum. 35K bitiş çizgisinde o kadar oyalanmama rağmen sadece 1 kişinin 50K için devam ettiğini gördüm. Sonlarda olduğum kesindi de acaba ne kadar gerideydim. Bu sefer kendimden gayet emindim. Yanımda olması gereken her şey vardı. Yol arkadaşım bile vardı. 4 ayaklı güzellik ara ara bana eşlik ediyordu. Öyle güzel yerlerden geçiyorduk ki birkaç kilometre deli deli köpeğimle konuşmaya başladım. “Oha çok güzel görüyor musun ağaçları” “Korkuyor muyuz?” “Ne alakası var” “Pembe renk mi o?” “4 Yapraklı Yonca mı o ilerideki?” “Aman iyi! Sohbet eder mi ki benimle? ” “Çok sıkıldım ben ama ya dur yetişeyim ona” diye kendi kendime konuşarak yanına kadar geldim. Ama o benden daha çok sıkıntılıydı, belli yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bu sefer içimden “kadın kaç tane maraton yalamış yutmuş, o halleder. Zaten baksana bekleme yapma diye bağırıyor gözleri sen yoluna devam et kızım” dedim, selam verip yoluma devam ettim. Uzunca bir süre ormanda yalnızdım, kimseye rastlamadım. Koşarken yanımda kimse olmazsa sıkılmamak için hep müzik dinlerdim. Yarışın bu en güzel 15K sında tek başımaydım. Sessizliği ve kendimi dinlemeyi öğrenecektim. Tırmanış hala devam ediyordu. Ama ormanlık alan yüzünden daha az yıpratıcıydı. Ben 35K bitiş noktasında aldığım tuz tabletleri sayesinde daha zindeydim. Sonunda inişler başladı, ama bu kadar çıkış sonrası beklediğim kadar kolay bir koşu olmayacaktı. Ayak parmaklarımı içe doğru toplama ihtiyacı duyuyordum. Bu hareketin bana kaç tane tırnağa mal olduğunu sormayın. Topuk basmayı akıl edememiş olmama hala inanamıyorum. Başta söylediğim gibi, enerji sarfiyatından kaçınmak için beynimi kullanmayı yarış başında bırakmıştım. Yol arkadaşım sevimli 4 ayaklı dostum da rampa inişte gölgeler azaldıkça bana pire torbası gibi gözükmeye başladı. Çünkü önden gidip küçücük gölgelere yerleşiyor ve benim gölgeden yararlanmama engel oluyordu. Doğanın ortasında ben de yabanileşip onu kendimden uzaklaştırmayı başardım.  Suyum azalmıştı. 40K istasyonunda bitmek üzere olan 1 adet damacana vardı. Yarış başlayalı neredeyse 6 saat olmuştu. Başında bekleyen gönüllü çok çaresiz gözüküyordu. Olana razı olup damacananın dibindeki suyu matarama doldurduk. Yarışın bitmesine sadece 10K kalmıştı ama bugüne kadar koştuğum en uzun 10K yı koştum. Bitmeyen 10K yapmışlar arkadaş. Asfalt zemin geri geldi. Yarışın bu son bölümünde çeşmelerden ve doğal su kaynaklarından yana şanslıydım. Son 4K ya girmiştim. Su akarının içinde soğumaya bırakılmış kola şişesi gördüm. Beyin artık muhakeme yeteneğini kaybetmiş haldeydi. Organizatörlerin onu oraya bizler için koyduğunu düşündüm. 2.5 litre kolanın neredeyse 1 litresini tek seferde kafaya diktim. Arkadan gelenlere ayıp olmasın diye de yerine bıraktım. Daha beş adım uzaklaşmamıştım ki akarın yukarısında piknik yapanları gördüm. Yaptığım hatayı anladım, muhtemelen onların kolasıydı. Ama olan olmuştu. Göz temasından kaçınarak, yoluma tintin devam ettim. 
Yarış NG Hotel önünde sonlanıyordu ve son 2 kilometrenin içindeydim. O kolayı içmek bana iyi gelmedi. Mide bulantım tekrar başladı. Koşuyordum ama yerimde sayıyor gibiydim. Fiziksel olarak hırpalanmıştım ve ağlama ihtiyacı hissediyordum. Bayan kontrol devreye girerek, bu durumun ruhsal yapımı etkilemesine izin vermedi. “Az soluklansan, patika, orman olsa kendine gelirsin” diyordu. Yarışın bu son bölümünde birkaç kişi ile sohbet ettim. Sona kalanlar hep sakatlıktan, susuzluktan, sıcaktan şikayet edenlerdi. Benim ise en büyük derdim kendimleydi. Bitirememe korkusu beni bitirdi. Otelin avlusuna geldiğimde sevdiğim koca koca ağaçlara tekrar kavuştum, keyfim yerine geldi. İçimdeki çocuk dansa başladı. Tanıdık yüzler bana tezahurat yapıyordu. Ağabeyim bile oradaydı. Sanki oradaki herkes aynı mesafeyi koşmuş, bitirmiş beni bekliyor gibi hissettim. Bitiş noktasını gördüğümde adımlarımı daha da hızlandırdım. Bitirmiştim.* Biz o gün 50K koşan sadece 14 kadındık, baştan saymaya başladık 8 numara bana düştü.

O kadar mücadele ve sınanmadan sonra ilk hissetiğim gayet normal ve sıradan bir şey başarmışlık duygusuydu. Kendi adıma neyi başarmış olduğumun farkında değildim. Bu da bitti sıradaki gelsin şeklinde özetleyebileceğim ruh hali  o kadar benliğime işlemiş ki bir sonraki yarış hedefimi bitiş çizgisini geçtikten hemen sonra belirlemiştim bile. 7 saat boyunca yaptığım en sağlıksız şey bana göre buydu. Hiçbir şeyi özümsemeye vakit ayırmıyordum. Bu kafa yapısında durup o anlara geri dönme, hatalardan ders çıkarmaya yer yoktu. Bu durumun farkına varmam için yarıştan uzunca bir vakit geçmesi ve çözüm olarak yazmaya başlamam gerekti. Yazmanın bana filmi başa sarmayı öğreteceğini umuyorum. O yüzden yazılarımı yarış raporu olarak değerlendirmemenizi istiyorum. Tekrar görüşmek üzere…


*Instagram sayfamdan finish anımın videosunu seyredebilirsiniz.

29 Temmuz 2016 Cuma

LARA BEACH MOONLIGHT RUN Ateşböceklerinin dansı

 2 yıl önce koşmaya başladığım günlerde Sevgili Onur Şentürk’ün mentorlüğünde bu sporu daha çok sevdim. Onun sahibi olduğu Caretta Sports'un organizasyonlarının hepsinde yer aldım. Sakatsam birşeylerin ucundan tutmaya, değilsem koşmaya çalıştım.  Beni “yoldan çıkaran” patikalar ile tanıştıran iki kişiden biridir, diğeri de Sevgili Halil Aktan.
Geçtiğimiz Haziran ayında düzenlenen Caretta Sports’un ilk gece yarışı  Lara Beach Moonlight Run' a Antalya Runners dan kalabalık bir kadro ile katıldık. Toplu halde haftanın belirli günleri antrenman yapmak biraz seviye ilerlediğinde veya mesafeler arttığında zorlaşıyor, herkes kendi antrenman programına ve şartlarına göre hareket etmeye başlıyor. Ama bağımız hiçbir zaman kopmuyor. Grubumuzun bir parçası olarak kendini hisseden, ilk başladığı döneme göre büyük gelişme gösteren, yarış takvimini takip eden birçok sporcunun olması hepimizi motive edip, kartopu etkisi yaratıyor ve sayımızın gün geçtikçe artmasına sebep oluyor. Her yarış organizasyonuna yükselen bir ivme ile katılmamız bunun en güzel göstergesi.  Yerel bir yarış olmasına rağmen gerek yarışın yapıldığı arazinin kumul olduğu için merak uyandırması, gerekse gece yarışı olması sebebiyle katılım yüksek oldu.  Başından beri birlikte koşmaya başladığım ama beraber antrenman yapma fırsatı bulamadığım farklı seviyelerden birçok arkadaşım ile Lara Beach Run yarışlarında biraraya gelip, beraber adımlayacağım için çok mutluydum.

Sıcakların Antalya'yi kavurmaya başlaması sebebiyle o hafta yaptığım uzun koşu beni çok yormuştu. Bir hafta sonra Sapanca Ultra maratonu olduğu için kendime yüklenmek istemiyordum.  4K, 8K, 12K kategorilerinde yarışlar düzenlendi.  4K kategorisinde tempo koşmayı tercih ettim. Hem daha sonra gelip koşabilmek için araziyi keşfetme fırsatı, hem kuvvet antrenmanı hem de sonrasında deniz keyfi olacaktı.
Şimdiye kadar katıldıklarım arasında starttan itibaren yarışma parkur anlamında beklentilerimi karşılayan birkaç yarıştan biriydi. Zaten 4K koşmuşsun beklentin ne kızım diyenler için; parkur 4K, diğer kategoriler 2 ve 3 tur atarak ayni rotayi koştular. Starttan çıkar çıkmaz, Beachpark ışıkları arkamızda kaldı, tam karanlığa adapte olmuşken bizi karşılayan kum tepeleri ile hepimiz kendimizi adeta Dakar Rallisinde bulduk. Tüm koşucular kafa fenerlerinin ışığı altında Lara Ormanina ateş böcekleri gibi dağıldılar. Tüm parkur, ledler ile çok güzel  işaretlenmiş, koybolma  ihtimalinin zayıf olduğu ormanlık bir araziden oluşuyordu. Kafamızda canlandırdığımız ormandan tek farkı, yerde bitki örtüsü yerine kumul ve kum tepelerinin olması. Kumun içinde daha önce koşma tecrübesi olmayanlar için zor bir parkurdu. Yarış bitiminde çoğu koşucunun ne yüzmek ne de parti havasına girmek için hali kalmıştı. Benim organizasyon ile ilgili yaşadığım tek hayal kırıklığı bu oldu. Onca hazırlığa rağmen ortamın tadını çıkarma kısmı bu beklenmedik parkur sebebiyle biraz zayıf kaldı. Kendimi bu zor parkura teslim etmek yerine sadece 4K koştuğum için böyle bir beklenti içinde olan tek kişi de olabilirim.:)  Bayanlar genel kategoride 1. oldum.

28 Temmuz 2016 Perşembe

NASHIRA ULTRAMARATONU Kafeste büyüyen kuşlar uçmayı hastalık sanırlar...

Yol koşuları ile pist yarışlarına katılmak arasında kararsız kaldığım bir dönemde 6 ay kadar bir sakatlık yaşadım. Bu süre zarfında düşük tempo yaptığım antrenmanlar boyunca ne istediğime karar vermek için düşünme fırsatım oldu.
Pist yarışlarına katılımın az olması, kısıtlı birkaç yarışın olması, yakıtı çabuk bitecek bir motivasyon kaynağı gibi geliyor. Önümüzdeki yıl kuvvet antrenmanlarına ağırlık verip kendimi denemeyi  gene de düşünüyorum.
İlk olarak lise yıllarımdaki kros yarışlarında hissettiğim sonrasında Runatolia, Wingsforlife,  ST. Petersburg Beyaz Geceler, Gelibolu ve diğer birkaç yarışta tekrar hissetiklerimin  adını sonunda koyabildim; kalabalıklarda asfaltta koşmak istemiyorum. Biran evvel bitsin istiyorum. Bu da aktif olarak koşuya başladığım bu ilk yılda beni mesafeden çok sanki hız odaklıymışım gibi bir yanılgıya düşürdü.  Aslında sadece önüme baktığımda karşımdakinin ensesini, yere baktığımda asfalt görmek istemiyordum.  Koşmak ile ilgili bir sıkıntı yoktu. Artık kendimi  yarışmacı değil, sadece koşucu gibi hissediyordum.
Önceki yaz koşu grubumuz Antalya Runners dan birçok arkadaşımın denediği benim  çok sıcaklarda yapılması sebebiyle çekimser kaldığım,  ultra maraton yarışları ile tanışmam böyle bir ruh halindeyken oldu. 

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Defalarca ilk yarışım oldu benim.

Çocukluk yıllarımdan bu yana akıllara durgunluk verecek ölçüde el ve göz koordinasyonum bozuk. Fiziksel olarak üstün olmak ile "uzun olmak" arasındaki farkı bilmeyen birileri tarafından voleybol ve basketbol takımlarına seçilme korkumdan, atletizm seçmelerinde kimler koşabilir sorusuna ilk ben atlamıştım. Üstüme top ile koşan veya top atan birileri ile uğraşmaktansa, en kötü ihtimal bir koşuda sonuncu gelecektim. Daha 1 saat olmamıştı ki kendimi Burhan Felek de 200 mt koşarken buldum. 
Aslında koşmayı çok da sevmiş olmama rağmen 1.80 boy ile yüksek koordinasyon gerektirecek teknik branşlarda daha başarılı olacağıma dair gene kör bir inanç vardı. O yaşlarda ne istediğimizden çok ne istemediğimize konsantre olduğumuz için bir takım sporundansa, en azından bireysel bir sporda bir şeyler ile uğraşıyor görünmek iyi bir alternatif gibi gelmişti. 
Arada kros yarışlarına giderdik. Şimdiki yol haritamda belki ilk yarışlarım onlar olabilir. Ama onlarda da 5K yarışılacaksa 2K koşar sonra bir sıkıntı basar. 2K geri koşar sonra 1K da antrenörümden saklanmak için ortalıkta koşardım.
Kör topal bu şekilde lise sona geldiğimde neden spor yapmak zorunda olduğumun cevabını henüz veremiştim. Derslerim iyiydi, alternatiflerim çoktu, akademi zaten cepteydi ve hayat tek bir şey ile uğraşıp tüketilmeyecek kadar kısaydı. İşletme okudum. Birbiriyle alakalı, alakasız bir çok işe girdim çıktım, bir çok spor dalında gezindim durdum. Ama hep koştum, koşturdum. Hareketsiz, şöyle rahat rahat postu serdiğim bir dönemim hiç olmadı. 
Cengiz ile 2005 yılında İstanbul Yarı Maratonunu bitirip bitiremeyeceğim ile ilgili iddiaya girmiştik. Yürü koş şeklinde finişe geldiğimizde hem hayat arkadaşımı hem de hayatım boyunca 
yapmak istediğim sporu bulmuştum.
Ama malesef sonraki 10 yıl spor anlamında biraz karanlıktı. 4 yıla 3 çocuk sığdırdım. Hayatımın 7 yılı, emzirmediğim zamanlarda hamile olarak geçti. O zamanlar koşmak, kulaklığı takıp kendi kendine bir yarım saat geçirebilmek için bile fırsatım olmuyordu. Kendimi kaptırmış bir şekilde annelik yaparken bazı fiziksel rahatsızlıklar yaşamaya başladım. Detaylara boğmayalım -iyi bir anıma denk gelir sonra bahsederim- bu rahatsızlık sonrası 2 alternatifim vardı; Ya hormon hapları ya da metabolizmamı hızlandırmak. 
Artık koşmalıydım, mecbur olduğum için mi yoksa alternatif sporlarım artık azaldığı için mi bilmiyorum.  200 mt yarışımda söylemem gerekeni 34 yaşımda söylemem gerekti; Ben koşmayı çok istiyorum.
Antalya'ya taşındıktan sonra, her yıl o zamanki adı ile Runtalya'ya katılmayı planlardım. İlaç kullanmayı red ettiğim o yaz, Runtalya tarihi ne zaman, kaç ayda, ne kadar hazırlanabilirim internette araştırırken bir link gördüm; Antalya Runners Deneme yarışı. Sıcakta Lara sahilinde üstelik yılların hamlığı ile koşmanın çok uzağındaydım ama amatör olarak bu işi yapan, hatta benden birkaç tık üstte yapan koşucuları tanımak bana çok yol gösterici oldu. 
Eylül 2014 de artık kaçıncı kez ilk yarışım olduğunu bilemediğim Runatolia 2015 yarışına hazırlanmaya başladım.
Ben bu yazıya başlarken amacım bu yarışı milad alıp yarış raporlarımı saklamaktı. Ama şimdi düşününce patikalara sevdalandıktan sonra sanki milad 2016 Nashira Ultra Maratonuymuş gibi görünüyor. Anlaşılan her yarış ayrı bir milada, her finish yeni bir başlangıca gebe bu sporda.
Amatör bir ruh ile yapıldıktan sonra hayat sadece bir spora çakılı kalamayacak kadar renkliyken koşunun içinde türlü alternatiflerinin olması, hayat tarzına, yaşam felsefene, vücut yapına ve yaşına uygun seçenekleri sana sunuyor olması çok güzel. Ben de bu deneyimlerimi elimden geldiğince sizler ile paylaşmaya çalışacağım. En kısa zamanda tüm yarışlarım burada olacak. Görüşmek üzere...