11 Ağustos 2016 Perşembe

SAPANCA, hiç başlamayı düşünmeyenler için bir ultra maraton yazısı

Sandığından daha fazlasını koşabiliyorsun…

Yarışa katılmadan önce bu mesafeleri koşanların deli olduğunu düşünüyordum. Fikrim çok değişmemiş olsa da asla yap(a)mam dediğim bir şeyi yaparak ben de kendimi tescillemiş oldum.
Takipçi sayım az. O yüzden aramızda kalacağını bildiğimden bu yazıyı içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Zeynep bayramlık ağzını açacak diye hemen koltuklarınızı dik, el bagajlarınızı koltuğunuzun altına koymayın. Tecrübesizliğimden kaynaklanan hataları bu organizasyona emek sarfeden iyi niyetli insanlara yükleyecek değilim.
Yarış öncesi hazırlıklarımdan bahsetmek istiyorum. Benden çok daha bilgili, tecrübeli, bu işe ömrünü adamış ultra maratoncuların yanında benim yaptıklarımın lafı bile edilmez, o yüzden lütfen katılmayı düşündüğünüz bir ultra maraton var ise onların sayfalarını da takip edin. Hazırlıklarımın inanılmaz bir enerji, sabır ve titiz bir araştırma içerdiğini iddia etmiyorum. Gerek kondisyon gerekse mental olarak çok da hazır olmadığım bir yarıştı. Yarış öncesinde yaptığım uzun mesafe antrenmanlarında nabız aralığıma dikkat ederek koşmaya çalıştım. Planıma sadık kalıp,  sınırlarımı zorlamadan koşarsam, bitirebileceğim bir yarıştı. Benim gibi kontrol manyağı, öngörülemeyen şartlarda panikleyen biri için bu bir maceraydı. Bu sefer kervan yolda düzülecekti. Ruhumu eğitmek için bir 50K ya ihtiyacım vardı.
Su alımına günler öncesinden dikkat etmeye başladım. Yarış esnasında yolda sıvı kaybı kaynaklı sıkıntı yaşayan birçok sporcu gördüm. Ortalamanın çok üstünde terleyen bir koşucuyum. Buna rağmen susuzluk  problemi yaşamama nedenimi rezervlerimi çok daha önce doldurmuş olmama bağlıyorum. Ama en büyük hatayı da suyla beraber almam gereken mineral tuzlar konusunda yaptım. Yarış çantası hazırlık aşamasında takviye gıdalarımı vücudumun ihtiyaç listesine göre hazırlamadım. Açık büfeden kahvaltı seçer gibi onu yerim bunu yemem şeklinde çantama sadece sevdiğim şeyleri koydum. Tipik bir kadın olarak şeker ağırlıklı besinlere öncelik vermişim -hurma, enerji jeli, enerji barı, meyve suyu- nasıl akıl ettiysem hurmaların içerisine fındık, fıstık bir şeyler sokmuştum. Ama 50K için yeter mi? Yetmedi tabiî ki. Üstelik tatlı yemekten mide bulantım yarış sonuna kadar sürdü. Ben yaptım siz yapmayın, terleyince kaybedeceğiniz mineral tuzları yerine koyabileceğiniz şeyleri mutlaka yanınıza alın. Bunların neler olduğunu bende yeni yeni öğreniyorum. Kendi denemediğim şeyleri buraya yazmak doğru olmayacak ama bir sonraki yarış sonrası sözüm olsun.


Yarış gününe gelelim artık. Sabah erkenden İstanbul’dan yola çıktım ve start alanına ilk gelenlerdendim. Kitlerimizi alıp ortamın tadını çıkarmaya başladık. Antalya’da ki birçok arkadaşım ile yarış öncesi klasiklerimizi gerçekleştirdik, pozlarımızı verdik, yarış ile ilgili taktikler aldık. Her gittiğimiz yarış da enerjimiz ışık saçıyor, eğlenmezsek yarışamayız gibi hissediyorum ve bunu çok seviyorum.
Yarışa grubumuzdaki diğer 50K cılarla beraber başladık. Herkesin aklında tek bir soru vardı, eğim ne zaman başlayacak? Eğer kendime söz vermemiş olsaydım eğime kadar deparımı atardım. Ama hayır bu yarış 10K veya 21K koşmaya benzemezdi, temkinli olmam şarttı. Gaza gelmemek için yanıma müzik bile almamıştım. Ama ne oldu? Sakin sakin koşmak varken, yarışın ilk kilometreleri gerginlikten kurtulmak için kafayı Raidlight bel çantama taktım, çok mu hopluyordu? Suluk kısmını yana aldım, arkaya aldım, öne aldım. Arkadaki grup arkadaşlarımdan biri durumu fark etmiş olacak, kemeri biraz daha sıksana Zeynep dedi. Keşke demeseydi veya ben üstüm başım ile uğraşmak yerine önüme baksaydım. İşte anlatılan eğimler tam karşımda başlıyordu. Daha önce koştuğumdan çok daha sıkı şekilde koşmak beni neredeyse 7K finish noktasında yarışı bıraktıracaktı. Dalağım öyle bir şişti ki, neden böyle olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Bir adım dahi atamayacağımı düşünüyorken daha önce Nashira Maratonunda tanıştığımız GPS ve kayan taşlık yollarda imdadıma yetişen Gökhan -kafasında bir haresi eksik- bu sefer de Sapanca da imdadıma yetişti. Neden çantanı biraz gevşetmiyorsun diye söylemese, benim bunu akıl edeceğim yoktu. Enerji tasarrufunu beyinden yana kullandığım, yarış esnasında verdiğim bazı yanlış kararlar ile de daha sonra ispatlandı. (Anlatacağım daha oralara gelmedik.)
Çantanın bana yaptığı baskı azalınca A planına geri döndüm, nabzımı kontrol ederek koşmaya başladım. Grup arkadaşlarımın benden çok ileride olduğunu bildiğimden yetişmeye çalışmak yerine ilk plana sadık kalmak daha akıllıcaydı. Ayrıca yokuşlar öyle dikti ki elimi belimden, gözümü yerden kaldıramıyordum. Her başımı kaldırdığımda gördüğüm tek şey bitmek bilmez kasaba manzarası ve asfalttı. Rampalara razıydım ama yoldan hala çıkmamış olmak beni çok mutsuz ediyordu. Sonrasında başlayan toprak yol beni daha da endişelendirdi. Beklentim ormandı, daha çok gölgeydi, şu koca koca yapraklar neredeydi? İnanılmaz derecede terlemiştim. İşte o zaman yanıma su ile beraber almam gereken eksik mineral tuzları fark ettim. Karbonatlı suyum bitmek üzereydi ve yanımda başka da yoktu. Kervanı yolda toparlayamadım. 7K sonrası ilk chip kontrol noktası beklentimi karşılamadı. Daha çok yağmalanmış gibi gözüküyordu. Ultra ruhu sıcak dinlememiş anlaşılan deyip, su ihtiyacımı karşıladıktan sonra kutuda kalan birkaç tuzlu kurabiyeyi ve meyveyi yanıma alıp yola devam ettim. Bir yandan meyveleri yiyor, bir yandan terden ve meyveden yapış yapış olan ellerimi şortuma siliyordum. İlk arıyı sanırım o ara gördüm. Sonra biranda çoğaldılar. Ellerim ile uzaklaştırdığım birçoğunu şortuma yönlendirdiğimi iş işten geçince fark ettim. Ter ve meyve şekerinden oluşturduğum kokteyli içlerinden biri tatmak istemiş olacak ki ısırdı.  Daha önce hiç arılar ile haşır neşir olmamıştım. Durdum, iğne aradım, şişmiş ama iğnesiz kaba etime bakıp, alerjik reaksiyonum var mı diye bekledim. Düşer bayılırım korkusundan gruba durumumu mesaj attım. Sonra baktım asayiş berkemal yola - zonklayan yerlerimi tuta tuta - devam etmeye karar verdim. Hafif hafif koşuya tekrar başlamıştım ki az ileride Antalya’da beraber koştuğumuz sonra İstanbul’a taşınan arkadaşlarımdan Celal’i gördüm. Yürüyordu, yanına geldiğimde yarışı bırakmak üzereydi. Elleri çok şişmiş ve yüzü iyi görünmüyordu. Benim mineral tuzlar eksikliği yüzünden yaşayacağımı tahmin ettiğim sıkıntıya o daha önce yakalanmıştı. Yaptığımız kısa konuşma sonrası anladığım kadarıyla, benim tek farkım yarışa rezervlerimin dolu, onun boş başlamış olmasıydı. Ama gerekli takviyeyi önümüzdeki istasyonlarda da alamazsam, durumum farklı olmayacaktı. Bu durumda korkarım yarışı 35K finishinde bırakmam gerekecekti. Diğer koşucuların yanında bulunan tuz tabletlerinden Celal’e verdik, daha iyi olduğunu görünce izin isteyip yanından ayrıldım.
Bu arada peşime bir köpek takıldı. Arıdan sonra ikinci bir sürpriz yaşamak istemiyordum. Köpekleri ne çok severim ne de çok korkarım. Ayrıca onunla koşmaya bu kadar meraklı çevremde birçok koşucu varken neden sadece benimle ilgilendiğine anlam veremedim. Yüz vermezsem gideceğini umarak yoluma devam ettim. Yorgun değildim. Yolda susuzluk ve Güneş’ten rahatsız olan birçok sporcuya göre çok daha iyi durumdaydım. Suyumu paylaşmakta sakınca görmedim. Diğer koşucular ile yardımlaştıkça bendeki enerjinin çoğaldığını hissettim, kendime güvenim geri geldi. Bir sonraki istasyona -önceki istasyonda bize söylenene göre- 3K kadar kalmış olması lazımdı. Ama bu istasyon neredeydi? 3K geçti, sonra 4K, bize söylenen istasyonun olması gereken yerden 5K kadar uzaklaştıktan sonra yerlerde pet şişe öbekleri gördük. Yarısı boş, yarısı dolu pet şişeler. Dramdı. Biz yarım su şişelerini diksek mi kafaya diye niyeti bozmak üzereydik ki geldiğimiz istikametten bir pikap araba geldi: “Su lazım mı?” diye sordu. Organizatörlük, koşucularına tatlı surprizler yapmaktır. Pikabın arkasındaki damacanadan sularımızı doldurduk. Meyve sularımızı aldık, vedalaştık, yolumuza devam ettik. Tuz yoktu. 35K finishine doğru yol alırken atığım her adımda gölgem bile terliyordu. Yanımdaki dört ayaklı yol arkadaşımın dili dışarıda, hızla nefes alıp veriyordu. Devam etmemin bu şartlarda doğru olmadığını düşünüyordum. Soğucak Yaylasına geldiğimde tabiat öyle bir değişime uğradı ki kendi kendime işte koşmak istediğin yerlere geliyorsun kızım dedim. Yemyeşil bir yayla, arkasında orman, bana hoş geldin diyordu. 35K yarışmacılarının finishine varmamıza daha vardı. Ucundan da olsa bu güzelliği tadabileceğime seviniyordum. Ama organizatörler – 35K da yarışanları bizden daha çok sevmişler- finish noktasını birkaç kilometre yakına çekivermişler. Ne demek bitti? Çok sinir oldum, kontrol noktasının öbür tarafını da koşmak istiyordum, oradaki gönüllü “Devam edecek misiniz?” diye sordu. “Ölürüm de bırakmam” dedim. Biraz dinlenip, yarışı bitiren koşuculara durumumu anlattım. Sağolsunlar tuz tabletleri havada uçuşmaya başladı. Önceki kontrol noktalarını sömürdükleri için çok saydırdım affet Allahım. Aslında hepsi çok iyi çocuklar sadece susayınca içlerindeki fil uyanıyor.

Tekrar yola koyuldum. 35K bitiş çizgisinde o kadar oyalanmama rağmen sadece 1 kişinin 50K için devam ettiğini gördüm. Sonlarda olduğum kesindi de acaba ne kadar gerideydim. Bu sefer kendimden gayet emindim. Yanımda olması gereken her şey vardı. Yol arkadaşım bile vardı. 4 ayaklı güzellik ara ara bana eşlik ediyordu. Öyle güzel yerlerden geçiyorduk ki birkaç kilometre deli deli köpeğimle konuşmaya başladım. “Oha çok güzel görüyor musun ağaçları” “Korkuyor muyuz?” “Ne alakası var” “Pembe renk mi o?” “4 Yapraklı Yonca mı o ilerideki?” “Aman iyi! Sohbet eder mi ki benimle? ” “Çok sıkıldım ben ama ya dur yetişeyim ona” diye kendi kendime konuşarak yanına kadar geldim. Ama o benden daha çok sıkıntılıydı, belli yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bu sefer içimden “kadın kaç tane maraton yalamış yutmuş, o halleder. Zaten baksana bekleme yapma diye bağırıyor gözleri sen yoluna devam et kızım” dedim, selam verip yoluma devam ettim. Uzunca bir süre ormanda yalnızdım, kimseye rastlamadım. Koşarken yanımda kimse olmazsa sıkılmamak için hep müzik dinlerdim. Yarışın bu en güzel 15K sında tek başımaydım. Sessizliği ve kendimi dinlemeyi öğrenecektim. Tırmanış hala devam ediyordu. Ama ormanlık alan yüzünden daha az yıpratıcıydı. Ben 35K bitiş noktasında aldığım tuz tabletleri sayesinde daha zindeydim. Sonunda inişler başladı, ama bu kadar çıkış sonrası beklediğim kadar kolay bir koşu olmayacaktı. Ayak parmaklarımı içe doğru toplama ihtiyacı duyuyordum. Bu hareketin bana kaç tane tırnağa mal olduğunu sormayın. Topuk basmayı akıl edememiş olmama hala inanamıyorum. Başta söylediğim gibi, enerji sarfiyatından kaçınmak için beynimi kullanmayı yarış başında bırakmıştım. Yol arkadaşım sevimli 4 ayaklı dostum da rampa inişte gölgeler azaldıkça bana pire torbası gibi gözükmeye başladı. Çünkü önden gidip küçücük gölgelere yerleşiyor ve benim gölgeden yararlanmama engel oluyordu. Doğanın ortasında ben de yabanileşip onu kendimden uzaklaştırmayı başardım.  Suyum azalmıştı. 40K istasyonunda bitmek üzere olan 1 adet damacana vardı. Yarış başlayalı neredeyse 6 saat olmuştu. Başında bekleyen gönüllü çok çaresiz gözüküyordu. Olana razı olup damacananın dibindeki suyu matarama doldurduk. Yarışın bitmesine sadece 10K kalmıştı ama bugüne kadar koştuğum en uzun 10K yı koştum. Bitmeyen 10K yapmışlar arkadaş. Asfalt zemin geri geldi. Yarışın bu son bölümünde çeşmelerden ve doğal su kaynaklarından yana şanslıydım. Son 4K ya girmiştim. Su akarının içinde soğumaya bırakılmış kola şişesi gördüm. Beyin artık muhakeme yeteneğini kaybetmiş haldeydi. Organizatörlerin onu oraya bizler için koyduğunu düşündüm. 2.5 litre kolanın neredeyse 1 litresini tek seferde kafaya diktim. Arkadan gelenlere ayıp olmasın diye de yerine bıraktım. Daha beş adım uzaklaşmamıştım ki akarın yukarısında piknik yapanları gördüm. Yaptığım hatayı anladım, muhtemelen onların kolasıydı. Ama olan olmuştu. Göz temasından kaçınarak, yoluma tintin devam ettim. 
Yarış NG Hotel önünde sonlanıyordu ve son 2 kilometrenin içindeydim. O kolayı içmek bana iyi gelmedi. Mide bulantım tekrar başladı. Koşuyordum ama yerimde sayıyor gibiydim. Fiziksel olarak hırpalanmıştım ve ağlama ihtiyacı hissediyordum. Bayan kontrol devreye girerek, bu durumun ruhsal yapımı etkilemesine izin vermedi. “Az soluklansan, patika, orman olsa kendine gelirsin” diyordu. Yarışın bu son bölümünde birkaç kişi ile sohbet ettim. Sona kalanlar hep sakatlıktan, susuzluktan, sıcaktan şikayet edenlerdi. Benim ise en büyük derdim kendimleydi. Bitirememe korkusu beni bitirdi. Otelin avlusuna geldiğimde sevdiğim koca koca ağaçlara tekrar kavuştum, keyfim yerine geldi. İçimdeki çocuk dansa başladı. Tanıdık yüzler bana tezahurat yapıyordu. Ağabeyim bile oradaydı. Sanki oradaki herkes aynı mesafeyi koşmuş, bitirmiş beni bekliyor gibi hissettim. Bitiş noktasını gördüğümde adımlarımı daha da hızlandırdım. Bitirmiştim.* Biz o gün 50K koşan sadece 14 kadındık, baştan saymaya başladık 8 numara bana düştü.

O kadar mücadele ve sınanmadan sonra ilk hissetiğim gayet normal ve sıradan bir şey başarmışlık duygusuydu. Kendi adıma neyi başarmış olduğumun farkında değildim. Bu da bitti sıradaki gelsin şeklinde özetleyebileceğim ruh hali  o kadar benliğime işlemiş ki bir sonraki yarış hedefimi bitiş çizgisini geçtikten hemen sonra belirlemiştim bile. 7 saat boyunca yaptığım en sağlıksız şey bana göre buydu. Hiçbir şeyi özümsemeye vakit ayırmıyordum. Bu kafa yapısında durup o anlara geri dönme, hatalardan ders çıkarmaya yer yoktu. Bu durumun farkına varmam için yarıştan uzunca bir vakit geçmesi ve çözüm olarak yazmaya başlamam gerekti. Yazmanın bana filmi başa sarmayı öğreteceğini umuyorum. O yüzden yazılarımı yarış raporu olarak değerlendirmemenizi istiyorum. Tekrar görüşmek üzere…


*Instagram sayfamdan finish anımın videosunu seyredebilirsiniz.