Sandığından daha fazlasını koşabiliyorsun…
Yarışa katılmadan önce bu mesafeleri koşanların deli
olduğunu düşünüyordum. Fikrim çok değişmemiş olsa da asla yap(a)mam dediğim bir
şeyi yaparak ben de kendimi tescillemiş oldum.
Takipçi sayım az. O yüzden aramızda kalacağını bildiğimden
bu yazıyı içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Zeynep bayramlık ağzını açacak
diye hemen koltuklarınızı dik, el bagajlarınızı koltuğunuzun altına koymayın. Tecrübesizliğimden
kaynaklanan hataları bu organizasyona emek sarfeden iyi niyetli insanlara
yükleyecek değilim.
Yarış öncesi hazırlıklarımdan bahsetmek istiyorum. Benden
çok daha bilgili, tecrübeli, bu işe ömrünü adamış ultra maratoncuların yanında
benim yaptıklarımın lafı bile edilmez, o yüzden lütfen katılmayı düşündüğünüz
bir ultra maraton var ise onların sayfalarını da takip edin. Hazırlıklarımın
inanılmaz bir enerji, sabır ve titiz bir araştırma içerdiğini iddia etmiyorum. Gerek
kondisyon gerekse mental olarak çok da hazır olmadığım bir yarıştı. Yarış
öncesinde yaptığım uzun mesafe antrenmanlarında nabız aralığıma dikkat ederek
koşmaya çalıştım. Planıma sadık kalıp, sınırlarımı
zorlamadan koşarsam, bitirebileceğim bir yarıştı. Benim gibi kontrol manyağı,
öngörülemeyen şartlarda panikleyen biri için bu bir maceraydı. Bu sefer kervan
yolda düzülecekti. Ruhumu eğitmek için bir 50K ya ihtiyacım vardı.
Su alımına günler öncesinden dikkat etmeye başladım. Yarış
esnasında yolda sıvı kaybı kaynaklı sıkıntı yaşayan birçok sporcu gördüm.
Ortalamanın çok üstünde terleyen bir koşucuyum. Buna rağmen susuzluk problemi yaşamama nedenimi rezervlerimi çok
daha önce doldurmuş olmama bağlıyorum. Ama en büyük hatayı da suyla beraber
almam gereken mineral tuzlar konusunda yaptım. Yarış çantası hazırlık aşamasında
takviye gıdalarımı vücudumun ihtiyaç listesine göre hazırlamadım. Açık büfeden
kahvaltı seçer gibi onu yerim bunu yemem şeklinde çantama sadece sevdiğim
şeyleri koydum. Tipik bir kadın olarak şeker ağırlıklı besinlere öncelik
vermişim -hurma, enerji jeli, enerji barı, meyve suyu- nasıl akıl ettiysem
hurmaların içerisine fındık, fıstık bir şeyler sokmuştum. Ama 50K için yeter
mi? Yetmedi tabiî ki. Üstelik tatlı yemekten mide bulantım yarış sonuna kadar
sürdü. Ben yaptım siz yapmayın, terleyince kaybedeceğiniz mineral tuzları
yerine koyabileceğiniz şeyleri mutlaka yanınıza alın. Bunların neler olduğunu
bende yeni yeni öğreniyorum. Kendi denemediğim şeyleri buraya yazmak doğru
olmayacak ama bir sonraki yarış sonrası sözüm olsun.
Yarış gününe gelelim artık. Sabah erkenden İstanbul’dan yola
çıktım ve start alanına ilk gelenlerdendim. Kitlerimizi alıp ortamın tadını
çıkarmaya başladık. Antalya’da ki birçok arkadaşım ile yarış öncesi
klasiklerimizi gerçekleştirdik, pozlarımızı verdik, yarış ile ilgili taktikler
aldık. Her gittiğimiz yarış da enerjimiz ışık saçıyor, eğlenmezsek yarışamayız
gibi hissediyorum ve bunu çok seviyorum.
Yarışa grubumuzdaki diğer 50K cılarla beraber başladık.
Herkesin aklında tek bir soru vardı, eğim ne zaman başlayacak? Eğer kendime söz
vermemiş olsaydım eğime kadar deparımı atardım. Ama hayır bu yarış 10K veya 21K
koşmaya benzemezdi, temkinli olmam şarttı. Gaza gelmemek için yanıma müzik bile
almamıştım. Ama ne oldu? Sakin sakin koşmak varken, yarışın ilk kilometreleri
gerginlikten kurtulmak için kafayı Raidlight bel çantama taktım, çok mu
hopluyordu? Suluk kısmını yana aldım, arkaya aldım, öne aldım. Arkadaki grup arkadaşlarımdan
biri durumu fark etmiş olacak, kemeri biraz daha sıksana Zeynep dedi. Keşke
demeseydi veya ben üstüm başım ile uğraşmak yerine önüme baksaydım. İşte
anlatılan eğimler tam karşımda başlıyordu. Daha önce koştuğumdan çok daha sıkı
şekilde koşmak beni neredeyse 7K finish noktasında yarışı bıraktıracaktı.
Dalağım öyle bir şişti ki, neden böyle olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Bir
adım dahi atamayacağımı düşünüyorken daha önce Nashira Maratonunda tanıştığımız
GPS ve kayan taşlık yollarda imdadıma yetişen Gökhan -kafasında bir haresi
eksik- bu sefer de Sapanca da imdadıma yetişti. Neden çantanı biraz
gevşetmiyorsun diye söylemese, benim bunu akıl edeceğim yoktu. Enerji tasarrufunu
beyinden yana kullandığım, yarış esnasında verdiğim bazı yanlış kararlar ile de
daha sonra ispatlandı. (Anlatacağım daha oralara gelmedik.)
Çantanın bana yaptığı baskı azalınca A planına geri döndüm,
nabzımı kontrol ederek koşmaya başladım. Grup arkadaşlarımın benden çok ileride
olduğunu bildiğimden yetişmeye çalışmak yerine ilk plana sadık kalmak daha
akıllıcaydı. Ayrıca yokuşlar öyle dikti ki elimi belimden, gözümü yerden
kaldıramıyordum. Her başımı kaldırdığımda gördüğüm tek şey bitmek bilmez kasaba
manzarası ve asfalttı. Rampalara razıydım ama yoldan hala çıkmamış olmak beni
çok mutsuz ediyordu. Sonrasında başlayan toprak yol beni daha da
endişelendirdi. Beklentim ormandı, daha çok gölgeydi, şu koca koca yapraklar
neredeydi? İnanılmaz derecede terlemiştim. İşte o zaman yanıma su ile beraber almam
gereken eksik mineral tuzları fark ettim. Karbonatlı suyum bitmek üzereydi ve
yanımda başka da yoktu. Kervanı yolda toparlayamadım. 7K sonrası ilk chip
kontrol noktası beklentimi karşılamadı. Daha çok yağmalanmış gibi gözüküyordu.
Ultra ruhu sıcak dinlememiş anlaşılan deyip, su ihtiyacımı karşıladıktan sonra
kutuda kalan birkaç tuzlu kurabiyeyi ve meyveyi yanıma alıp yola devam ettim.
Bir yandan meyveleri yiyor, bir yandan terden ve meyveden yapış yapış olan
ellerimi şortuma siliyordum. İlk arıyı sanırım o ara gördüm. Sonra biranda
çoğaldılar. Ellerim ile uzaklaştırdığım birçoğunu şortuma yönlendirdiğimi iş
işten geçince fark ettim. Ter ve meyve şekerinden oluşturduğum kokteyli
içlerinden biri tatmak istemiş olacak ki ısırdı. Daha önce hiç arılar ile haşır neşir
olmamıştım. Durdum, iğne aradım, şişmiş ama iğnesiz kaba etime bakıp, alerjik
reaksiyonum var mı diye bekledim. Düşer bayılırım korkusundan gruba durumumu mesaj
attım. Sonra baktım asayiş berkemal yola - zonklayan yerlerimi tuta tuta -
devam etmeye karar verdim. Hafif hafif koşuya tekrar başlamıştım ki az ileride Antalya’da
beraber koştuğumuz sonra İstanbul’a taşınan arkadaşlarımdan Celal’i gördüm.
Yürüyordu, yanına geldiğimde yarışı bırakmak üzereydi. Elleri çok şişmiş ve
yüzü iyi görünmüyordu. Benim mineral tuzlar eksikliği yüzünden yaşayacağımı
tahmin ettiğim sıkıntıya o daha önce yakalanmıştı. Yaptığımız kısa konuşma
sonrası anladığım kadarıyla, benim tek farkım yarışa rezervlerimin dolu, onun boş
başlamış olmasıydı. Ama gerekli takviyeyi önümüzdeki istasyonlarda da alamazsam,
durumum farklı olmayacaktı. Bu durumda korkarım yarışı 35K finishinde bırakmam gerekecekti.
Diğer koşucuların yanında bulunan tuz tabletlerinden Celal’e verdik, daha iyi
olduğunu görünce izin isteyip yanından ayrıldım.
Bu arada peşime bir köpek
takıldı. Arıdan sonra ikinci bir sürpriz yaşamak istemiyordum. Köpekleri ne çok
severim ne de çok korkarım. Ayrıca onunla koşmaya bu kadar meraklı çevremde
birçok koşucu varken neden sadece benimle ilgilendiğine anlam veremedim. Yüz
vermezsem gideceğini umarak yoluma devam ettim. Yorgun değildim. Yolda susuzluk
ve Güneş’ten rahatsız olan birçok sporcuya göre çok daha iyi durumdaydım.
Suyumu paylaşmakta sakınca görmedim. Diğer koşucular ile yardımlaştıkça bendeki
enerjinin çoğaldığını hissettim, kendime güvenim geri geldi. Bir sonraki
istasyona -önceki istasyonda bize söylenene göre- 3K kadar kalmış olması
lazımdı. Ama bu istasyon neredeydi? 3K geçti, sonra 4K, bize söylenen
istasyonun olması gereken yerden 5K kadar uzaklaştıktan sonra yerlerde pet şişe
öbekleri gördük. Yarısı boş, yarısı dolu pet şişeler. Dramdı. Biz yarım su
şişelerini diksek mi kafaya diye niyeti bozmak üzereydik ki geldiğimiz
istikametten bir pikap araba geldi: “Su lazım mı?” diye sordu. Organizatörlük,
koşucularına tatlı surprizler yapmaktır. Pikabın arkasındaki damacanadan
sularımızı doldurduk. Meyve sularımızı aldık, vedalaştık, yolumuza devam ettik.
Tuz yoktu. 35K finishine doğru yol alırken atığım her adımda gölgem bile terliyordu.
Yanımdaki dört ayaklı yol arkadaşımın dili dışarıda, hızla nefes alıp
veriyordu. Devam etmemin bu şartlarda doğru olmadığını düşünüyordum. Soğucak
Yaylasına geldiğimde tabiat öyle bir değişime uğradı ki kendi kendime işte
koşmak istediğin yerlere geliyorsun kızım dedim. Yemyeşil bir yayla, arkasında
orman, bana hoş geldin diyordu. 35K yarışmacılarının finishine varmamıza daha vardı.
Ucundan da olsa bu güzelliği tadabileceğime seviniyordum. Ama organizatörler –
35K da yarışanları bizden daha çok sevmişler- finish noktasını birkaç kilometre
yakına çekivermişler. Ne demek bitti? Çok sinir oldum, kontrol noktasının öbür
tarafını da koşmak istiyordum, oradaki gönüllü “Devam edecek misiniz?” diye
sordu. “Ölürüm de bırakmam” dedim. Biraz dinlenip, yarışı bitiren koşuculara durumumu
anlattım. Sağolsunlar tuz tabletleri havada uçuşmaya başladı. Önceki kontrol
noktalarını sömürdükleri için çok saydırdım affet Allahım. Aslında hepsi çok
iyi çocuklar sadece susayınca içlerindeki fil uyanıyor.
Tekrar yola koyuldum. 35K bitiş çizgisinde o kadar
oyalanmama rağmen sadece 1 kişinin 50K için devam ettiğini gördüm. Sonlarda
olduğum kesindi de acaba ne kadar gerideydim. Bu sefer kendimden gayet emindim.
Yanımda olması gereken her şey vardı. Yol arkadaşım bile vardı. 4 ayaklı
güzellik ara ara bana eşlik ediyordu. Öyle güzel yerlerden geçiyorduk ki birkaç
kilometre deli deli köpeğimle konuşmaya başladım. “Oha çok güzel görüyor musun
ağaçları” “Korkuyor muyuz?” “Ne alakası var” “Pembe renk mi o?” “4 Yapraklı Yonca
mı o ilerideki?” “Aman iyi! Sohbet eder mi ki benimle? ” “Çok sıkıldım ben ama
ya dur yetişeyim ona” diye kendi kendime konuşarak yanına kadar geldim. Ama o
benden daha çok sıkıntılıydı, belli yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bu sefer
içimden “kadın kaç tane maraton yalamış yutmuş, o halleder. Zaten baksana
bekleme yapma diye bağırıyor gözleri sen yoluna devam et kızım” dedim, selam
verip yoluma devam ettim. Uzunca bir süre ormanda yalnızdım, kimseye
rastlamadım. Koşarken yanımda kimse olmazsa sıkılmamak için hep müzik dinlerdim.
Yarışın bu en güzel 15K sında tek başımaydım. Sessizliği ve kendimi dinlemeyi
öğrenecektim. Tırmanış hala devam ediyordu. Ama ormanlık alan yüzünden daha az
yıpratıcıydı. Ben 35K bitiş noktasında aldığım tuz tabletleri sayesinde daha
zindeydim. Sonunda inişler başladı, ama bu kadar çıkış sonrası beklediğim kadar
kolay bir koşu olmayacaktı. Ayak parmaklarımı içe doğru toplama ihtiyacı
duyuyordum. Bu hareketin bana kaç tane tırnağa mal olduğunu sormayın. Topuk
basmayı akıl edememiş olmama hala inanamıyorum. Başta söylediğim gibi, enerji
sarfiyatından kaçınmak için beynimi kullanmayı yarış başında bırakmıştım. Yol
arkadaşım sevimli 4 ayaklı dostum da rampa inişte gölgeler azaldıkça bana pire
torbası gibi gözükmeye başladı. Çünkü önden gidip küçücük gölgelere yerleşiyor
ve benim gölgeden yararlanmama engel oluyordu. Doğanın ortasında ben de
yabanileşip onu kendimden uzaklaştırmayı başardım. Suyum azalmıştı. 40K istasyonunda bitmek üzere
olan 1 adet damacana vardı. Yarış başlayalı neredeyse 6 saat olmuştu. Başında bekleyen
gönüllü çok çaresiz gözüküyordu. Olana razı olup damacananın dibindeki suyu
matarama doldurduk. Yarışın bitmesine sadece 10K kalmıştı ama bugüne kadar
koştuğum en uzun 10K yı koştum. Bitmeyen 10K yapmışlar arkadaş. Asfalt zemin
geri geldi. Yarışın bu son bölümünde çeşmelerden ve doğal su kaynaklarından
yana şanslıydım. Son 4K ya girmiştim. Su akarının içinde soğumaya bırakılmış
kola şişesi gördüm. Beyin artık muhakeme yeteneğini kaybetmiş haldeydi.
Organizatörlerin onu oraya bizler için koyduğunu düşündüm. 2.5 litre kolanın
neredeyse 1 litresini tek seferde kafaya diktim. Arkadan gelenlere ayıp olmasın
diye de yerine bıraktım. Daha beş adım uzaklaşmamıştım ki akarın yukarısında
piknik yapanları gördüm. Yaptığım hatayı anladım, muhtemelen onların kolasıydı.
Ama olan olmuştu. Göz temasından kaçınarak, yoluma tintin devam ettim.
Yarış NG Hotel önünde sonlanıyordu ve son 2 kilometrenin
içindeydim. O kolayı içmek bana iyi gelmedi. Mide bulantım tekrar başladı.
Koşuyordum ama yerimde sayıyor gibiydim. Fiziksel olarak hırpalanmıştım ve ağlama
ihtiyacı hissediyordum. Bayan kontrol devreye girerek, bu durumun ruhsal yapımı
etkilemesine izin vermedi. “Az soluklansan, patika, orman olsa kendine
gelirsin” diyordu. Yarışın bu son bölümünde birkaç kişi ile sohbet ettim. Sona
kalanlar hep sakatlıktan, susuzluktan, sıcaktan şikayet edenlerdi. Benim ise en
büyük derdim kendimleydi. Bitirememe korkusu beni bitirdi. Otelin avlusuna
geldiğimde sevdiğim koca koca ağaçlara tekrar kavuştum, keyfim yerine geldi.
İçimdeki çocuk dansa başladı. Tanıdık yüzler bana tezahurat yapıyordu. Ağabeyim bile
oradaydı. Sanki oradaki herkes aynı mesafeyi koşmuş, bitirmiş beni bekliyor
gibi hissettim. Bitiş noktasını gördüğümde adımlarımı daha da hızlandırdım. Bitirmiştim.*
Biz o gün 50K koşan sadece 14 kadındık, baştan saymaya başladık 8 numara bana
düştü.
O kadar mücadele ve sınanmadan sonra ilk hissetiğim gayet
normal ve sıradan bir şey başarmışlık duygusuydu. Kendi adıma neyi başarmış
olduğumun farkında değildim. Bu da bitti sıradaki gelsin şeklinde
özetleyebileceğim ruh hali o kadar
benliğime işlemiş ki bir sonraki yarış hedefimi bitiş çizgisini geçtikten hemen
sonra belirlemiştim bile. 7 saat boyunca yaptığım en sağlıksız şey bana göre
buydu. Hiçbir şeyi özümsemeye vakit ayırmıyordum. Bu kafa yapısında durup o
anlara geri dönme, hatalardan ders çıkarmaya yer yoktu. Bu durumun farkına
varmam için yarıştan uzunca bir vakit geçmesi ve çözüm olarak yazmaya başlamam
gerekti. Yazmanın bana filmi başa sarmayı öğreteceğini umuyorum. O yüzden
yazılarımı yarış raporu olarak değerlendirmemenizi istiyorum. Tekrar görüşmek
üzere…
*Instagram sayfamdan finish anımın videosunu seyredebilirsiniz.