Yaz aylarından bu yana çevremde benimle beraber veya sosyal
medyadan takip ettiğim aktif spor yapan herkesin antrenman dediğine benim sadece
spor yapıyorum dediğimi fark ettim. Antrenman programı takip etmeyen, belirli
bir yarış hedefi olmayan, canı o gün neyi isterse onu yapmanın adı benim
sözlüğümde sadece spordur. Yazdan beri o günkü ruh halime göre ya bisiklete
biniyorum ya yüzüyorum ya da koşuyorum. Yani çoklu spor yapıyorum. Bu yaptığıma
triatlon demeye dilim varmıyor. Ortaya bu şekilde çıkıyor olmak için daha bir
fırın ekmek yemem lazım.
Evli, çoluk çocuğa karışmış olanların, iş ve aile hayatını
dengede tutarak spor yapmasının çok zor olduğunu bunu başarabilmiş sporcuların
azlığından (önlerinde saygıyla eğiliyorum) anlayabilirsiniz. Bu yüzden
triatlon daha çok bana “sadece kendi
hayatından” fedakarlık yaparak boş zaman yaratabilen sporcuların işi gibi
geliyor. Benim gibi 3 çocuk annesi bir kadının istediği seviyelerde bu sporu
yapmak için biraz daha zamana ihtiyacı var. 3 spor yapacağım diye 3 çocuğu
ihmal etmenin anlamı yok değil mi? Bu yuzden yeni hedefimi koşunun yanına
yüzmemi de geliştirmeye çalışmak şeklinde belirledim. Uzun bisiklet antrenmanlarını haftalık rutinime eklemek şimdilik bir hayal.
Ulaşılması zor veya zaman alacak hedeflere ulaşmak için planlı,
programlı ilerleyebilmenin yolu, biraz da bir şeyi çok istemek ve başarma
hırsından geçiyor. Bu konuda samimi bir itirafta bulunmak gerekirse, yaşam
tarzım ve hayata bakış açım aktif olarak sporun içinde olmamı sağlasa da artık başarma
azmine sahip değilim. O yaparsa ben de
yaparım söylemleri veya rakipler gelmediğinde çıkılan kürsüler benim motivasyon
kaynağım değil. Bir yerlerde bıraktığım hırsımı
koşu parkurunda aradım, yoktu. Bakalım havuzun kulvarlarında bulabilecek miyim?